SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

VİTR BAHSİ

<< 1539 >>

NUMARALI HADİS-İ ŞERİF:

 

حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ حَدَّثَنَا وَكِيعٌ حَدَّثَنَا إِسْرَائِيلُ عَنْ أَبِي إِسْحَقَ عَنْ عَمْرِو بْنِ مَيْمُونٍ عَنْ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ قَالَ كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَتَعَوَّذُ مِنْ خَمْسٍ مِنْ الْجُبْنِ وَالْبُخْلِ وَسُوءِ الْعُمُرِ وَفِتْنَةِ الصَّدْرِ وَعَذَابِ الْقَبْرِ

 

Ömer b. el-Hattâb (r.a.)'den; demiştir ki:

 

Resûlullah sallellahu aleyhi ve sellem, beş şeyden (Allah'a) sığınırdı: Korkaklıktan, cimrilikten, kötü ömür (ihtiyarlık)dan, kalb fitnesinden ve kabir azabından.

 

 

İzah:

Nesaî, istiâze; İbn Mâce, duâ; Ahmed b. Hanbel, II, 167; III, 205.

 

Hadis-i şerif, Peygamber (s.a.v.)'in beş şeyden Allah'a sığındığını göstermektedir. Ancak bu sayı Resulüllah'ın Allah'a sığındığı şeyleri tahdid anlamında alınmamalıdır. Nitekim ileride gelecek olan hadislerde Hz. Peygamber'in başka şeylerden de Allah'a sığındığı belirtil­mektedir. Hz. Ömer'in Efendimizi bu beş şeyden istiâze ederken işitip haber vermesi başka şeylerden istiâze etmediğine delâlet etmez.

 

Resul-i Ekrem'in bu beş şeyden Allah'a sığınmasındaki hikmetleri şu şekilde izah etmek mümkündür:

 

Korkaklık: Müslümamn cihâd etmesine, emir bil-ma'ruf nehy-i ani'l-münker vazifesini yerine getirmesine ve zâlim sultan karşısında hakkı söyle­mesine mânidir. Kişinin âsileri cezalandırmasına, mazlumlara yardım etme­sine engeldir. Onun için müslümana yakışmayan bir haslettir. Bu yüzden Resul-i Ekrem korkaklıktan Allah'a sığınmıştır.

 

Korkaklığın zıddı cesarettir. Korkaklık ne derece beğenilmeyen bir huysa, cesaret de o nisbette övgüye lâyık bir haslettir. Cesaretli kişiler, ihtiyaç za­manında tehlikelerden yılmazlar. Cesaretin aşırı derecesine "tehevvür" de­nilir. Bir şeyin ilerisini gerisini düşünmeden heyecanla atılmak tedbirsizliktir, tehevvürdür. Korkaklık gibi tehevvür de kötü bir özelliktir.

 

Resul-i Ekrem bir hadis-i şerifte: "Korkaklıkta ar, ileri gitmekte şeref vardır. İnsan korku ile kaderin hükmünden kurtulamaz" buyurur.

 

Cimrilik: Aklın ve dinin maddi yardım yapılmasını gerekli kıldığı yerle­re yardım etmemektir. Örf itibariyle "mâlî görevleri ifa etmemek" şeklinde tarif edilen cimriliğe arablar, "ihtiyacından fazla olan şeyi, isteyenden kıskanmak" demişlerdir. Türkçede cimriliğe, pintilik de denilir.

 

Cimrilik, müslümamn mâîî ibâdetleri yapmasına mani olur. Fakir ve muhtaçlara yardım duygusunu köreltir. Kişiyi bencilleştirir. Mal ve dünya sevgisini artırıp âh'reti unutturur. Şu mealdeki âyet-i kerime, cimriliğin ne kadar kötü olduğunu en açık şekilde ortaya koymaktadır. "Allah'ın bol ni­metinden verdiklerinde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilakis bu, onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptık­ları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah işlediklerinizden haberdârdır."[Âl-i İmran 180.]

 

Cimriliğin kötülüğü konusunda bir çok hadis-i şerif vardır. Bunlardan en şümullüsü "Mü'min cimri olur mu?" sorusuna Resûlullah'ın verdiği "Hayır" cevabıdır.

 

Cimriliğin zıddı cömertliktir. Cömert insanlar, muhtaçlara ve hayır ku­rumlarına yardım ederler. Müsafire ikram etmekten zevk duyarlar. Ferdî ve sosyal her türlü hayırlı şeylere koşarlar. Bunu bir başkasının ayıplamasın­dan veya zorlamasından değil. İçten gelerek yaparlar. Cömert olanlar aynı zamanda tasarruf sahibi de olurlar. Çünkü tasarruf hiç sarfetmemek ya da vara yoğa saçıp savurmak değil, kişinin şahsiyet ve mevkiine göre harcaması demektir.

 

Hz. Peygamber bir hadis-i şerifte "Cömerdin yemeği şifa, cimrinin ye­meği ise, hastalıktır" buyurarak, bu iki hasletin mevkilerini gayet güzel bir şekilde ifâde etmiştir.

 

Cömertliğin aşırısı israftır, saçıp savurmadır. İslâm bunu da yasakla­mıştır. Bir âyet-i kerimede, "Yeyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz, şüphesiz O (Allah) israf edenleri sevmez"[A'raf  31.] buyurulmaktadır.

 

Kötü ömür: Tercemede de işaret edildiği üzere ihtiyarlıktan kinayedir. Ancak maksat, şuurun kaybedilmesine sebeb olan arzu ve duyguların çocuk arzu ve duygularına dönüştüğü derecedeki ihtiyarlıktır. Kur'an-ı Kerim bu devreyi diye tanımlar. Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Allah (c.c.) sizi yaratmıştır. Sonra öldürecektir, içinizden bir kısmı da ömrü­nün en fena zamanına ulaştırılır ki, bilirken bilmez olurlar, doğrusu Allah bilendir, her şeye kadirdir"[Nahl 70.]

 

Buharî'nin Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.)'dan rivayet ettiği bir hadiste belir­tildiğine göre Peygamber (s.a.v.), "Allahım! Erzel-i ömre (ömrün en rezil ha­line) döndürülmekten de sana sığınırını"[Buhârî, deavat] diye dua etmiştir.

 

Söylediğini bilmez, şuuruna sahib olamaz, ibâdetleri hakkıyla yapamaz bir hale gelen, çocukların maskarası olan bir ihtiyar gözönüne alınırsa, Hz. Peygamber'in duasındaki hikmet daha kolay anlaşılır.

 

Kalbin Fitnesi: Kalbe gelen şeytânı vesveseler, günâh işleme ve isyan ar­zusu, kin, kıskançlık, bozuk inanç ve kötü ahlâk gibi kalbi kaplayan şeyler­dir. İbnu'l-Cevzî kalbin fitnesini "kişinin tevbe etmeden ölmesi" diye tarif etmiştir. Tıybî ise, maksadın; "Allah kimi doğru yola koymak isterse, onun kalbini İslâmiyete açar, kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece inanmayanları küfür bataklığına bırakır"[En'âm 125.] âyet-i kerimesindeki darlık olduğunu söyler.

 

Bu anlayışa göre kalbin fitnesi, dünyaya sarılmak, âhiretten yüz çevir­mektir. Çünkü bu durumda olan kişinin iman ve İslama gönül vermesi, taate devam etmesi dikine göğe tırmanmak gibi imkânsız hâle gelir. İslâm ve istikâmet deyince canı sıkılır, daralır, bunalır. Tıkanır, yan büker, yoldan çıkar, içinden çıkılmaz bataklara batar, gider.

 

Resûlullah'ın kalbin fitnesinden Allah'a sığınmasına sebeb, kalbin bo­zukluğunun bedenin tümünün bozukluğuna sebeb olmasıdır. Çünkü onun bozulması ile tüm beden bozulur, onun düzelmesiyle tüm vücud düzelir. Bun­dan dolayı: "Kalb melik, beden ve uzuvlar tebaa gibidir. Tebaa melikin düz­günlüğü ile düzgün, bozukluğu ile bozuk olur" denilmiştir. Aynı şekilde kalb tarlaya, vücudun hareketleri de bitkiye benzetilir; arazi ne kadar iyi olursa, mahsulü de o ölçüde iyi olur. Arazinin bozukluğu bitkinin de bozukluğuna sebeb olur. Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "İyi toprak Ruh bi­ni ti izniyle bitki verir, çorak toprak kavruk bitki çıkarır. Şükredecek millet için böylece âyetleri yerli yerince açıklarız."[A'raf  58.]

 

Buhârî ve Müslim'in Nu'man b. Beşir (r.anhuma)'dan rivayet ettikleri bir hadiste Peygamber (s.a.v.); "...Haberiniz olsun! Bedende bir et parçası vardır; o iyi olduğu zaman tüm beden iyi olur, o bozulduğu zaman da tüm vücud bozulur. Dikkat edin o kalbtir" buyurmuştur.[Buhârî, iman; Müslim, musâkât; İbn Mace, fiten; Dârimî, buyu; Ahmed b. Hanbel, IV, 270, 274.]

 

Bu izahlar ve nakiller gözönüne alınınca, Hz. Peygamberin, vücudun azalarının yaptıklarından değil de kalbin fitnesinden Allah'a sığınmasında-ki hikmet daha iyi anlaşılır.

 

Kabir Azabı: Hadisimize göre, Hz. Peygamberin Allah'a sığındığı şey­lerin sonuncusu kabir azabıdır. Ölen kişinin Cennet mükâfatından önce ala­cağı bir mükâfat veya Cehennem azabından evvel göreceği bir azab vardır. Bu azab öldükten hemen sonra münker-nekir denilen meleklerin soruların­dan itibaren başlar.

 

Her ne kadar bu azaba kabir azabı deniyorsa da, haddizatında kabre mahsus değildir. Ceset bir denizin dibinde veya bir canavarın karnında bile olsa, bu azab ile karşılaşacaktır. Bu azaba kabir azabı denilmesi insanların büyük çoğunluğunun karada ölüp kabre gömülmesinden dolayıdır.

 

Kabir bir azab yeri olduğu gibi bir mükâfat yeri de olabilir. Nitekim Tirmizî'nin Ebû Said el-Hudrî'den rivayet ettiği uzunca bir hadisin sonunda Hz. Peygamber'in "Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da Cehen­nem çukurlarından bir çukurdur" buyurduğu belirtilmektedir. Kişinin ka­birde karşılaşacağı şeyin ceza da mükâfat da olması muhtemel olduğu halde, daha çok kabir azabı diye meşhur olmasına sebep, allâme Taftazânî'nin ifâ­desine göre; ya kabir azabı konusundaki hadislerin çokluğu ya da ölenlerin büyük çoğunluğunun azabı hakkeden kâfirler ve âsiler olmasıdır.

 

Ehl-i Sünnet ulemasının tümüne göre kabir azabı haktır. Bazı Mu'tezilelerle Peygamberliğin aslında Hz. Ali'nin hakkı olduğunu fakat Cebrail'in yanlışlıkla Muhammed (s.a.v.)'e getirdiğini iddia eden Râfizîler, kabir azabı­nı inkâr ederler.

 

Kabir azabının varlığına delâlet eden âyet ve hadislere geçmeden önce kabul etmeyenlerin itirazlarını ve bu itirazlara verilen cevablara kısaca göz atalım.

 

Kabir azabını kabul etmeyenlerin itirazları aklî ve naklî olmak üzere iki grubta toplanabilir:

 

a. Aklî itirazlar: Ölü taş gibidir, kendisinde ne hayat ne de idrâk mevcûddur. Hayat ve idrâk olmayan câmid bir şeye azab mümkün değildir.

 

Bu itiraza şu şekilde cevab verilmiştir:

 

Allah (c.c.) tüm azablarda veya bir kısmında azabın vereceği acıyı veya nimetin vereceği lezzeti alacak kadar bir hayat halk edebilir. Bu, yeşil ağaç­ta ateşi gizlemekten daha zor değildir. Azab için ruhun bedene iadesi, aza­bın, izinin görülmesi şart değildir. Nitekim suda boğulan veya vahşi hayvanlar tarafından yenilenler de azab çekerler, ama bu görülmez. Allah (c.c.)'ın gü­cünü kudretini ve onun akü almaz eser ve sırlarını düşünen kişi bunu garib bulmaz.

 

b. Naklî itirazlar: Bunlar da şu âyetlere dayanır:

 

1. Cenab-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de “ = (Cennetlikler) orada ilk ölümden başka bir Ölüm tadmazlar.,."[Duhân 56] buyur­maktadır. Bu âyet insanların dünyadakinden başka ölüm tadmayacaklarını bildirmekte, dolayısıyle de kabir hayatının olmadığına işaret etmektedir.

 

2. “Rabbimiz! Bizi iki defa öldür­dün, iki defa dirilttin... derler"[Mu'min 11.] âyeti iki ölüm ve iki dirilme olduğunu ha­ber veriyor. Eğer kabir hayatı olsaydı dirilişin üç olması gerekirdi. Biri dünyada (doğum), biri kabirde, biri de haşirde.

 

3. “Sen kabirlerdekilere işittiremezsin"[Mü'min 11.] Bu âyette Cenab-ı Hak iman etmeyen inatçı kâfirleri kabirdeki ölülere ben­zetmiş ve kabirdeki ölülerin işitmeyeceği gibi bu kâfirlerin de söz dinlemeye­cek derecede hissiz olduklarını belirtmiştir. Bu âyet de kabir hayatının olmadığına delâlet etmektedir.

 

Kabir hayatını inkâr edenlerin görüşlerine esas aldıkları bu âyet-i keri­meleri şimdi sırayla kabir hayatının varlığına işaret eden âyetlerin ve bunu açıkça belirten hadislerin ışığı altında, kabir azabını ve mükâfatını kabul eden ulemânın çoğunluğunun bu âyetleri izahına göz atalım.

 

1. İlk âyetteki birinci ölüm muhale bağlanarak, cennetliklerin ebediyyen ölmeyeceklerine dair olan hükmü kuvvetlendirmekten ibarettir. Maksat şudur: "Cennette ölüm farzedilse dünyadaki ölüme kıyasla bir kere olması gerekir. Halbuki Cennette o tek ölüm bile yoktur". Ayrıca birin veya ikinin isbâtı, daha fazlasının olmamasını gerektirmez. Dolayısıyla bu âyet kabir ha­yatının olmamasını gerektirmez.

 

2. İkinci âyetteki iki ölüm ve iki diriltmeden maksat dünyadaki ve ka­birdeki hayatlar ve ölümlerdir." = Bizi dirilttin" sözlerin­de âhiret hayatı açıkça zahir olduğu için o hayat âyetteki "iki kere" ifâdesinin şümulünde değildir.

 

3. Üçüncü âyetten istifâde ile kabirdekilerin duymaması da onların azab görmeyeceklerine delâlet etmez. Çünkü onların duymamaları, idrak etme­melerini gerektirmez. Öyle olsaydı, sağırların hiçbir şey idrak etmemeleri ge­rekirdi. O halde .bu âyet de kabir azabının olmayışına delâlet etmez.

 

Şimdi de kabir hayatının ve bunun neticesi olarak kabir azabının varlı­ğına işaret eden delillere bakalım. ayetler:

 

l. Kim de beni anmaktan yüz çevirirse, şüphesiz onun için dar bir geçim vardır ve biz onu kıyamet gü­nü kör olarak hasrederiz"[Ta Ha  124.] İbn Hıbbân'ın tahricine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) buradaki  “ = dar bir geçim"i kabir aza-

 

bıyla tefsir etmiştir.

 

2. " = Çoğunlukla övünmek sîzi o kadar oyaladı ki, nihayet kabirleri ziyaret ettiniz"[Tekâsür  1, 2.]

 

Tirmizî'nin rivayetine göre Hz. Ali: "Biz kabir azabı hakkında şüphe edip duruyorduk, nihayet Allah (c.c)  sûresini indirdi" demiştir.

 

3. = Biz onlara iki kere azab edeceğiz."[Tevbe 101.] Katâde ve Rabî b. Enes, bu âyetin tefsirinde azabın birinin dUnyada, diğerinin kabirde olacağını söylemişlerdir.

 

4. Nihayet Allah (c.c.) onların kurduk­ları tuzakların kötülüklerinden bu zatı korudu.Fir'avun'un kavmini ise, kötü azab kuşatıverdi. (Azabdan biri de) ateştir ki, onlar sabah akşam buna arz olunurlar. Kıyametin kopacağı gün de "Fir'avn âlini azabın en çetinine sokun" denilecek."[Mu'min  45-46]

 

Âyet-i kerimeler Fir'avn ve peşinden gidenlerin uğrayacakları üç azabı haber vermektedir. Bunlardan birincisi, Fir'avn'ın kavmini "kötü bir aza­bın kuşatması"dır ki, dünyada uğratıldıkları denizde boğulma (vb.) azabla-rıdır. İkincisi, "Sabah akşam arz olunacakları ateştir."

 

Kurtubî, bu azaba arz olunmanın berzahta vuku bulacağı hususunda müfessirlerin cumhurunun ittifakı olduğunu söyler. Mücâhid, İkrime, Mu-kâtil, Muhammed b. Ka'b gibi eski müfessirler ise, bu azabın, kabir azabı olduğunu söylerler. İbn Mes'ud (r.a.)'un "Fir'avn âline ve kâfirlerden Fir'­avn ayarında olanlara sabah akşam cehennemdeki duraklan gösterilecek ve işte ilerideki eviniz burasıdır denilecektir" dediği rivayet edilir.

 

Üçüncüsü, "Fir'avn ehlini azabın en çetinine sokun" denilecektir. Bu azab da âhiretteki Cehennem azabıdır. Bu grubda zikredilen azabın önceki­ne atıf edâtiyle bağlanması iki azabın ayrı ayrı olmasını gerektirir. Çünkü ma'tûf, mâtufün-aleyhden başka olur.

 

Hadîsler:

 

1. Üzerinde durduğumuz hadiste Efendimiz kabir azabından Allah'a sı­ğındığına göre kabir azabı vardır.

 

2. "Namazda dua" konusunda (hadis no: 880) Peygamber (s.a.v.)'in na­mazda iken, kabir azabından, Deccâl'in fitnesinden, hayatın ve ölümün fit­nesinden günâhtan ve borçtan Allah'a sığındığı bildirilmektedir.

 

3. Kitâbü's-Sünne'de gelecek olan 4753 numaralı hadiste Hz. Peygam­berin iki veya üç kere "kabir azabından Allah'a sığınınız" buyurduğu riva­yet edilmiştir.

 

4. Yine Kitâbü's-Sünne'de 4750 numaralı hadiste belirtildiğine göre Pey­gamber (s.a.v.) müslümana kabirde soru sorulacağını haber vermiştir.

 

5. "Kabir azabının çoğu idrardandır."

 

6. İbn Abbas (r.anhuma)'ın rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber iki ye­ni kabrin yanından geçerken "şüphesiz bu ikisine azab ediliyor..." buyur­muştur. Aynı mânâda Ebü Bekre'den de bir rivayet vardır.

 

7. "...Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da Cehennem çu­kurlarından bir çukurdur."

 

8. Hz. Âişe'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (s.a.v.) "Kabir azabı haktır" buyurmuştur.

 

9. Buhârî'nin rivayetine göre, bir yahudi karısı Aişe (r.anha)'ya gelip "Allah seni kabir azabından korusun" diye dua etmiş, bunun üzerine Hz. Aişe, Resulüllah'a "insanlar kabirlerinde azab edilecekler mi?" diye sormuş. Efendimiz de "ondan (kabir azabından) Allah'a sığınırım" buyurmuştur.

 

Serrâc'ın Müsned'inde Mesrûk'dan bu hâdise nakledilirken, Peygam­ber (s.a.v.)'in "Evet kabir azabı haktır" buyurduğu rivayet edilir.

 

Kabir azabının varlığına açıkça işaret eden başka hadisler de vardır. Bun­ların tamamım buraya nakletmek geniş yer kaplayacaktır. Onun için bu ka­darla iktifa ediyoruz, Akâid ulemâsının kabir azabı hakkındaki hadislerin çokluğundan dolayı bunun manen mütevâtir sayıldığım söyledikleri de göz-önüne alınırsa, artık bunu inkâra mecal kalmadığı ortaya çıkar.

 

Kabir azabının tahakkuku için ölünün diriltilmesinin şart olup olmadı­ğında farklı görüşler vardır. Sahih görüşe göre ölünün diriltilmesi gerekir. Bunu gerekli görenler de ruhun iadesi konusunda ihtilaf etmişlerdir. İmam Ebû Hanîfe'nin bu konuda görüş beyân etmediği nakledilir.